19 Mart partileri ve liderleri nasıl etkiledi? | Burak Bilgehan Özpek anlattı

18.04.2025 medyascope.tv

18 Nisan 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Her ay yaptığımız gibi, MetroPOLL Araştırmanın aylık ‘In Depth-Derinlikli Analiz Raporu’nu yine Prof. Burak Bilgehan Özpek'le konuşuyoruz. Burak, merhaba.
Burak Bilgehan Özpek: Merhaba Ruşen Ağabey.

Ruşen Çakır: İzleyicilerimize çok önemli bir not düşelim. Siz In Depth’i kaleme aldığınızda 19 Mart sonrası seçmen tercihlerinin rakamları henüz elinizde yoktu; 19 Mart yaşanmıştı.  O Analiz Raporu’nda birtakım önemli tespitler var. O tespitlerin bazılarıyla, MetroPOLL’ün 19 Mart sonrası yaptığı kamuoyu araştırmasının verilerini biraz karşılaştıralım derim. Mesela ilk gözüme çarpan önemli bir husus şu: Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın daha önceki stratejisi, muhalefeti içinden çökertmek, çoklu adayların söz konusu olması, özellikle CHP'nin içerisinde karışıklıklar olması. Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu'nun ikisinin birden aday olması durumunda Erdoğan’ın ikinci tura daha rahat çıkması gibi önemli tespitler var. Ama In Depth'te ilk gözlemlere göre, “Tam tersine, muhalefet 19 Mart'tan sonra kenetlendi,” diyorsunuz, ki bence de böyle. Bunun üzerinden biraz konuşalım, ondan sonra devam edelim.
Özpek: Biz mart ayı araştırmamızı tam 19 Mart sabahı bitirdik. Dolayısıyla Ekrem Bey'in gözaltına alınması ve tutuklanması sonrasında oluşan kamuoyu tepkisini Mart ayı anketinde göremedik. Bu çok önemli bir dönüm noktası ve bir sonraki anketimize de insanların hisleri yatıştıktan sonra çıkmak istedik. O yüzden 6 Nisan'dan sonra yani Cumhuriyet Halk Partisi kongresinden sonra sahayı tamamladık. Mamafih abonelere ulaştırmak için bizim In Depth raporunu yazmamız lazım. O yüzden bu ayki rapor biraz spekülatif oldu. Öncelikle onu söylemek isterim. Evet, Ruşen Ağabey, ben açıkçası hükümetin Ekrem İmamoğlu'nu doğrudan hedef alacağını düşünmeyenler arasındaydım. Çünkü bu çok saçma bir hareketti. Eğer seçime kadar muhalefetteki sahneyi ıssızlaştırmak yerine kalabalıklaştırmayı seçseydi, Mansur Yavaş'ın, Ekrem İmamoğlu'nun, belki Selahattin Demirtaş'ın muhalefet sahnesinde yer almasını destekleseydi, bunları birbiriyle kavga eder hâle getirseydi, ki hükümetin doğrudan veyahut dolaylı kontrolündeki televizyon kanalları zaten sabah akşam bu isimler arasındaki rekabeti konuşup derinleştirmek için birbiriyle yarışıyorlardı ve bu isimlerin yanında, yöresinde olan, ikbalini onlara bağlamış isimler de sosyal medya üzerinden dolaylı bir şekilde pasif-agresif bir tonda kavga ediyorlardı, bunu tercih edeceğini düşünüyordum. Üstelik ekonomi programını da bozmayacağını, seçimlere yaklaşırken, iyice biriken rezervlerin nimetlerinden faydalanacağını ve seçim öncesi popülist bir ekonomi yaklaşımıyla yeniden kredi musluklarını açacağını, emeklilere zam yapacağını, böylece seçimi yeniden kazanacağını düşünüyordum. Tayyip Bey'in oyun planının bu olduğu kanaatindeydim. Bu en maliyetsiz ve bence başarı şansı yüksek bir modeldi. Biz bunu da aslında bir önceki araştırmanın verileriyle teyit ettik. Mesela Ekrem Bey'in popülaritesi aslında tutuklanmadan önce düşmeye başlamıştı. Mesela genel itibariyle %48-49 aralığında çıkan İmamoğlu'nun beğeni oranı, tutuklanmadan önceki günlerde yaptığımız araştırmada %42'ye kadar düşmüştü. Çünkü cumhurbaşkanlığı seçimi kampanyası başlattı, ön seçim kararı aldı ve sürekli olarak çok üst bir perdeden, çok sert bir tonda Erdoğan'ı eleştiren, sanki seçim kampanyasındaymış, seçim çok yakındaymış gibi kazanacağını vurgulayan, doğrudan Erdoğan'ı hedef alan bir söylem benimsemişti. Bu hem Mansur Yavaş'ı destekleyen daha sağ muhalifleri rahatsız ediyordu, hem de genel itibariyle iktidar seçmenini de çok rahatsız ediyordu. O yüzden Ekrem İmamoğlu'nun popülaritesi tutuklanmadan önce %42'ye kadar geri çekilmişti. Bu rakam tutuklama hadisesinden sonra yeniden %50'ye yaklaştı. Ama baktığınız zaman aslında Erdoğan izlediği yolda başarılı da oluyordu. O hâlde şunu sormak çok meşru. Eğer Erdoğan 2027 ya da 2028 senesindeki sandığı, seçimi siyasi olarak hedefleyen bir hamle yapmadıysa, bu hamleyi niçin yaptı? Zaten siyasi olarak bu yoldan yürüseydi, 2023 seçimlerinde yaptığı gibi muhalefeti aşama aşama içeriden manipüle ederek ve son sene ekonomik anlamda popülist icraatlar yaparak seçimi kazanması mümkünken niçin bu yolu tercih etti? Şimdi asıl sorulması gereken soru bu. Eğer bu gözaltı, tutuklama gibi şeyler olmasaydı biz şu anda muhtemelen neyi konuşacaktık? Mansur Yavaş ile Ekrem İmamoğlu'nun beğeni oranlarını konuşacaktık, öyle değil mi? Şu anda bunu konuşuyoruz.

Ruşen Çakır: Tam da bunu soracaktım. Senin özellikle şunu düşündüğünü biliyorum; değişik meselelerle yaptığın yayınlarda ve paylaşımlarda CHP'nin, Ekrem İmamoğlu’nu mu Mansur Yavaş’ı mı aday göstereceği, Ekrem İmamoğlu'nu aday göstereceği çıkınca da Mansur Yavaş'ın ne yapacağı sorunlarının çözülmediğini ve bunun da en çok tabii ki Erdoğan'ın işine yaradığını söylüyordun. Anladığım kadarıyla da Erdoğan'dan böyle bir hamle beklemiyordun. Yanılıyor muyum?
Özpek: Beklemiyordum, onu dürüstçe itiraf edeyim. Çünkü bu siyasi olarak çok rasyonel bir hamle değil. Erdoğan zaviyesinden baktığınız zaman, popülaritesi gittikçe eriyen, Erdoğan karşıtı dili seçim kampanyasına yansıtan ve onu da çok sert bir şekilde kullanan bir İmamoğlu vardı. Onun karşısında da sürekli olarak susan ve hem hükümet, hem muhalefet seçmeni gözündeki beğeni oranını da muhafaza eden, hiçbir konuya yorum yapmadan sadece işiyle ilgilenen bir belediye başkanı profili çizerek, bir gölge gibi muhalefetin üzerinde duran Mansur Yavaş faktörü vardı. Şimdi bu ikisi dururken, ekonomik programı riske atma, 50 milyar dolarlık rezervi yakma pahasına, borsayı her hissenin ortalama %30 değer kaybettiği bir duruma sokma, faizleri yeniden arttırma, enflasyonu yeniden arttırma pahasına böyle bir hamle yapacağını açıkçası beklemiyordum. Dolayısıyla ben şu soruyu soruyorum: Bu hamle gerçekten siyasi bir hamle mi, yani gerçekten birçok muhalifin zannettiği gibi bir sonraki seçimlere yönelik bir hamle mi, yoksa bu hamlenin amacı yeni bir siyasal yapı dizayn etmek mi? Bizi asıl düşündürmesi gereken şey bu.

Ruşen Çakır: Peki, şimdi elinizde birtakım veriler var. Bu arada tabii 19 Mart yaşandı. 19 Mart'tan sonra CHP'nin dayanışma sandıkları ile yaptığı bir ön seçim var. 15 milyonu aşkın kişinin oy kullandığını söylüyorlar ki ilk başta biliyorsun, “CHP’nin bu ön seçimi tek adaylı ön seçim. Acaba parti üyelerinin ne kadarı gider?” diye şüpheyle bakılırken, birdenbire bambaşka bir şey oldu. Bir de kayyum atanmasını engellemek için yaptıkları Olağanüstü Kurultay var, ki siz sahaya onun sonrasında çıkmışsınız ve bu kurultayda da çok büyük bir başarı elde edildi; ilk defa anahtar liste delinmedi. Çünkü listede 15 kişi delinecek, 30 kişi delinecek gibi bir açık arttırma vardı ama sonuçta liste sıfır delindi; Özgür Özel 100 kişi dışında bütün delegelerin oyunu aldı. Böyle acayip bir durum var. Siz bütün bunun ardından sahaya çıktınız. CHP’nin siyasi inisiyatifi ele almış hâlini sahada da gördünüz mü?
Özpek: Aslında evet, gördük. Cumhuriyet Halk Partisi şu anda birinci parti ve oy oranlarını oldukça arttırmış durumda. Cumhuriyet Halk Partisi, 14 Mayıs'ta diğer muhalefet partilerine oy veren partilerden ciddi anlamda besleniyor ve şu anda kararsız sayısı en az olan seçmene sahip. Bugün kararsız bir Cumhuriyet Halk Partiliye rastlamak çok mümkün değil açık konuşmak gerekirse. ‘’14 Mayıs'ta CHP'ye oy verdim, bugün seçim olsa yine CHP'ye oy veririm’’ diyen seçmen sayısı oldukça yüksek. Mesela Adalet ve Kalkınma Partisi'nde bu rakam o kadar yüksek değildi. Bizim anketlerde Cumhuriyet Halk Partisi'ni birinci bulmamızın sebebi şu ana kadar kararsız sayısının geniş olmasıydı, Yüzde 35-40 arasında değişen bir kararsız seçmen vardı. Bu seçmenin büyük kısmı sağ seçmendi. Hatta şöyle söyleyeyim: Adalet ve Kalkınma Partisi seçmeninin sadece %55'i, 56'sı bu iki rakam arasında gidip geliyordu, yeniden AKP'ye oy vereceğini söylüyordu. Orada %45'lik bir rakam vardı, hadi %40 diyelim. Yüzde 40'lık bir seçmen grubu kendisini ‘’kararsız’’ olarak tanımlıyordu. Kararsız tanımladığı için de Cumhuriyet Halk Partisi'nin oyu araştırmalarda biraz daha yüksek çıkıyordu. Ama bu araştırmada biz kararsız sayısının düştüğünü gördük. Düşmesine rağmen, Cumhuriyet Halk Partisi birinciliğini koruyor. Fakat orada bir şey oldu, Adalet ve Kalkınma Partisi de kendi seçmenini yeniden kendi partisine çekmeyi başardı. Cumhuriyet Halk Partisi'nin oyu arttı, fakat Adalet ve Kalkınma Partisi ile arasındaki oy farkı çok açılmadı.

Ruşen Çakır: Bu söylediklerin çok önemli. Şu ana kadar son dönemde yaptığınız araştırmalarda, ki sadece sizde değil başka araştırmalarda da bu vardı, kararsızlar birinci parti çıkıyordu. 19 Mart sonrası, kararsızların birinci parti olma özelliğini kaybettiğini söylüyorsun. En önemlisi bu. Ama bu keskin ortamda sadece CHP'nin değil, aynı zamanda AK Parti'nin de oyları toparlanmış. CHP, kararsızların, artık karar veren, parti tercihi yapanların içerisinde daha başarılı görünebilir, ama AK Parti de aynı şekilde görünüyor. Yani kutuplaşma sonucu iki büyük parti etrafında bir toparlanma mı var?
Özpek: Öyle. Mesela AKP seçmeninin yaklaşık olarak dörtte üçü yeniden AKP'ye oy vereceğini söylüyor. Bu rakam şimdiye kadar yarı yarıyaydı, AKP seçmeni kendi partisine dönmüş gözüküyor. Cumhuriyet Halk Partisi seçmeni çok motive, yeniden oy verecekler. Cumhuriyet Halk Partisi İYİ Parti'den ve HDP'den hatırı sayılır bir şekilde oy çekmeyi başarıyor. Fakat buna rağmen biz iktidardan muhalefete, tabloyu çok ciddi şekilde değiştirecek olan bir geçişi pek göremiyoruz. Tıpkı seçimlere yaklaşırken olduğu gibi, kararsız havuzu daralıyor ve bu kararsız havuzu iki partiye yarıyor. Aslında 19 Mart krizi parti oylarına olumlu bir şekilde yansımış, ama bundan faydalanan partiler kimler? Cumhuriyet Halk Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisi. Bu da kaçınılmaz bir şey.
Şunu da ilave edeyim: Mesela önceki dönemde, 19 Mart öncesi dönem diyelim buna, siyasi partileri sorduğumuz zaman kararsız oranı çok yüksek çıkardı; yüzde 35-40 arası gider gelirdi. Fakat isimleri, yani Mansur Bey mi, Ekrem Bey mi, Tayyip Bey mi diye sorduğumuz zaman kararsız oranı birdenbire düşerdi. Daha isim merkezli, lider merkezli, başkan adayı merkezli bir siyaset vardı. İnsanlar bu yüzden partilere pek itibar etmiyordu. Ama insanlar ilginç bir şekilde 19 Mart sonrası bu parti aidiyetlerini yeniden hatırladılar ve partilerin oyları yaklaşık %35 seviyesine geri geldi. İki parti için de konuşuyorum bunu. Fakat aradaki fark çok açılmadı, onu da söylemek gerekir.

Ruşen Çakır: En son yaptığınız In Depth raporundaki hususlardan birisi de, o raporlarda kişiler üzerinden liderler üzerinden giden siyaset diyordunuz, ama şimdiki bulgularda partilerin de tekrar kimliklerini öne çıkarttıklarını söylüyorsunuz. Bu önemli. Kişilere geçecek olursak, biraz önce Ekrem İmamoğlu'nun düşen popülaritesinin 19 Mart’ta tırmandığını söyledin. Başka kişiler üzerinden gittiğimizde, mesela Erdoğan’ı ya da Mansur Yavaş’ı veya başka isimleri sorduğunuzda ne çıkıyor?
Özpek: Biz öncelikle bu isimlerin sistem içerisindeki ağırlıklarını anlayabilmek için, beğeni oranları, görev onayları ve aday senaryoları şeklinde üç tane soru soruyoruz. Orada farklı sonuçlar çıkıyor, ama genel olarak şunu söyleyebilirim: Ekrem Bey geçen ay, yani 19 Mart sabahı %42'lere düşen beğeni oranını yeniden %50'ye yakın bir noktaya çekti. Bu çok normal bir şey, çünkü daha önce de söylemiştim, mesela Saraçhane olayından sonra Erdoğan'la İmamoğlu arasındaki fark %1'e kadar düşmüşken, birdenbire %11,5’e çıkmıştı. Bu mağduriyet, hemen akabinde, insanlarda mağdur olana sahip çıkma, mağdur olanın etrafında toparlanma duygusu yaratıyor. Burada da böyle olmuş. Ekrem Bey şu anda beğeni oranı olarak mart başında olduğu durumun çok daha ilerisinde, çok daha iyi durumda. Ama yine aynı şey oluyor, Tayyip Bey de ilginç bir şekilde toparlanıyor. Şöyle bir tablo ortaya çıkmıyor: Bu, Ekrem İmamoğlu yükseliyor ve Tayyip Erdoğan taraftarları da bu hareketi yanlış bulduğu için Tayyip Bey'i terk edip Ekrem İmamoğlu'na yöneliyor demek değil. Hayır, herkes yine bu tip kriz anlarında kendi mahallesini konsolide ederek, kendi mahallesi etrafına kenetleyerek ilerliyor.
Ben tekrar bu tablolara bakıyorum. Mesela, Erdoğan'ın görev onayının yükseldiğini görüyoruz. Erdoğan açısından baktığımız zaman, seçimi kazandığı dönemlerin verilerine baktığımızda, Erdoğan şu andaki durumundan çok daha kötü olduğu durumlar da yaşamış. Ama şu anda onlara kıyasla daha iyi durumda. Bu krizde yükselen bir lider var, Özgür Özel. Özgür Bey'in görev onayında keskin bir artış gözlemledik. Özgür Bey’le Tayyip Bey'in görev onayı, beğeni düzeyi açısından neredeyse birbiriyle aynı. Tayyip Erdoğan'ın beğeni düzeyinin de Ekrem İmamoğlu'na yaklaştığını görüyoruz. Bu son hadiselerin böyle bir çıktısı var. Mesela son 19 Mart verimizde ikisi de yaklaşık %40 bandının etrafında gezinirken, Ekrem Bey'in birdenbire %50 bandına yaklaştığını, Tayyip Bey'in de o beğeni oranını %10 oranında arttırdığını görüyoruz. Böyle bir olgu var. Mansur Yavaş'ın durumu ilginç. Mansur Bey %60'lar civarındaki popülaritesini koruyor. Fakat Mansur Yavaş'tan bahsettiğimiz zaman şöyle bir olgu var: İki ay önce, Şubat ayındaki araştırmamızda Mansur Bey %73 gibi bir beğeni oranına yaklaşmıştı, şimdi oradan düşmüş gözüküyor. Tabii hâlen %60'lar bandında, ama o zirvesinden biraz uzaklaşmış gözüküyor. Bunda da özellikle bu protestolar sürecinde, DEM Parti ile yaşadığı gerginliğin bir payı olduğunu görüyoruz.

Ruşen Çakır: Anlattıklarından hareketle şunu çıkartıyorum: Daha önceki araştırmaları, özellikle kararsızların sayısının yüksek olması, insanların politikaya çok itibar etmemesi ya da politikadan, siyasetten bir nevi soğuması gibi okursak, ilk aklıma gelen, 19 Mart olayları insanları tekrar politize etmiş ve mobilize ediyor gibi bir şey söyleyebiliriz. Bir diğer husus da iki büyük parti etrafında yükseliş var.  Ben şöyle gördüm ki sizin araştırmanızda da herhalde öyledir: CHP ile AKP arasında %30'lar civarında olan bir yarış var. Ondan sonra %8 civarında DEM Parti var. %10 olmasa da biraz daha altında MHP var. Ama öteki partilere gelirsek, %7 barajını aşabilme ihtimali olan parti pek yok. Bir de belki çok detaymış gibi gelebilir ama şunu çok önemsiyorum: Yeniden Refah Partisi sanki çok ciddi bir şekilde geriliyor sanki, yanılıyor muyum?
Özpek: Doğru. Yeniden Refah Partisi birçok insanın beklediği çıkışı bir türlü yapamadı ve bizim araştırmamızda da hükümet yardımı almayı gerektirecek asgari yüzdelik dilimin bile biraz gerisine düşmüş durumda. Zafer Partisi ve İYİ Parti'nin toplamı barajın üstüne çıkabiliyor. Bu iki parti eğer işbirliği yaparsa önümüzdeki dönem parlamentoda var olabilirler. Ama mesela geçen yaptığımız araştırmada İYİ Parti'de bir toparlanma görmüştük, %6'ya çok yaklaşmıştı. Fakat bu krizden sonra İYİ Parti de 14 Mayıs seçmeninin çok önemli bir kısmını CHP'ye kaptırdı. İnsanların CHP'ye oy verme eğilimi ortaya çıktı, onu görüyoruz. Fakat buna rağmen Zafer Partisi ve İYİ Parti’nin oylarını topladığınız zaman, barajın üstünde bir yekûna tekabül ediyor. MHP'den Adalet ve Kalkınma Partisi'ne bir geçiş olduğunu görüyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi'nin oylarındaki 1, 2 puanlık düşüşün sebebi, AKP'ye geçiş. Aslında şöyle söylemek yanlış olmaz: Bir kriz anı var. İmamoğlu tutuklandıktan sonra insanlar sokaklara çıktılar, protesto gösterileri yaptılar, boykot çağrıları geldi. Bu, bir siyasi hayatta kalma gündemi oluşturdu. Bu tip gündemler oluştuğu zaman, insanlar kendi mahallelerinde yeniden kenetleniyorlar ve güç göstermeye çalışıyorlar. O yüzden, bu sistemin kazananı iki tane kutup oluyor; Cumhuriyet Halk Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisi. Şu anda siyasetin %70, 75'lik alanını bu iki parti kapsıyor.

Ruşen Çakır: Burada bence çok önemli olan şöyle bir husus var: AK Parti Türkiye'de %50'leri görmüş bir parti ve şimdi %30 civarında bir yerlerde duruyor. Sonuçta bu büyük bir gerileme. Ama biliyorsun, CHP için %30 yıllarca hayal ötesi bir şeydi. En son 31 Mart seçiminde oldu; insanlar onu da daha çok yerel seçim ve adaylar üzerinden okudular. CHP, Kılıçdaroğlu döneminde yıllarca %25 civarında oy aldı, ama şimdi, %30'u rahatlıkla görebilen bir CHP tablosuna geçmiş olduk sanki.
Özpek: Evet, doğru. Fakat orada benim sorguladığım bir şey var. Biz her ay iki soru soruyoruz. ‘’Ekonomiyi kim daha iyi yönetir?’’ ve ‘’Dış politikayı kim daha iyi yönetir?’’ Burada her iki alanda da muhalefetin baskın bir şekilde güçlü olması gerekir ki muhalifler seçim kazanabilsinler. Muhalefet partilerinin tek dayanağı, Erdoğan'ın otoriterleşme sürecine karşı bir direniş cephesi kurmak olamaz ya da Erdoğan karşıtlığını temsil edecek kurumsal bir yapı olarak ayakta kalmak olamaz. Ülkeyi yönetmek için sizin bir şeyler söylemeniz lazım. ‘’Ekonomiyi kim daha iyi yönetir?’’ sorusuna aylar sonra ilk defa ‘’iktidar daha iyi yönetir’’ cevabı aldık. Normalde ‘’ikisi de iyi yönetemez’’ cevabını alıyorduk. Yüzde 30 civarında iktidar, %30 civarında muhalefet çıkardı. ‘’İkisi de yönetemez’’ bunun biraz daha üstündeydi ve biz bunu, insanların siyasete olan soğuması, siyasi kurumlara tepkisi şeklinde okurduk. Fakat biz bu ay araştırmamızda ilk defa ‘’iktidar ekonomiyi daha iyi yönetir’’ algısını yakaladık. ‘’Dış politikayı kim daha iyi yönetir?’’ algısı çok daha baskın bir şekilde iktidardan yana.
Şunu söylemek istiyorum: Muhalefet bu tip alanlarda, ‘’iktidardan daha iyi yönetir’’ algısını, fikrini, kanaatini toplumda oluşturamadığı zaman, kendisini toparlamak için ya da oy oranını arttırabilmek için Erdoğan otokrasisine karşı bir direniş kalesi, dolayısıyla anti Erdoğancılığın amiral gemisi gibi söylemler üzerinden hareket ediyor. Ve o oyu korumak için de sürekli olarak, ülkeyi nasıl yöneteceğinden ziyade, Erdoğan karşıtlığı veyahut bazı kültür savaşı söylemleriyle ilerlemeyi tercih ediyor. Bu da beraberinde, öteki mahallenin konsolide olmasını getiriyor. Hayatın teknik alanlarıyla, devlet yönetiminin teknik alanlarıyla çok iştigal etmediğiniz zaman, seçimler sürekli olarak ‘’kim hangi mahalleye mensup?’’ gibi bir nüfus sayımı şeklinde geçer. Dolayısıyla evet, Cumhuriyet Halk Partisi yükseliyor, ama bu yükselişin sebebi daha iyi bir dış politika yönetimi sözü vermesi ya da daha iyi ekonomi yönetimi sözü vermesi değil. Bunun sebebi, Erdoğan'ın hamleleri. Aslında muhalefetin oy oranı Erdoğan'a göre ve Erdoğan'ın hamlelerine karşı verdikleri kurumsal tepkilere göre şekilleniyor. Bu çok sorunlu bir şey. Yerel seçimlerde dış politika gibi bir gündem yok, ekonomi gibi bir gündem yok, milli eğitim gibi bir gündem yok. Yani ülke yönetmiyorsunuz, yerel birimleri yönetiyorsunuz. Adalet ve Kalkınma Partisi seçmeni, genel itibariyle sağ seçmen, sandığa gitmediği zaman hayatında çok yaşamsal değişiklikler olmuyor. Yani sandığa gitmeyerek cezalandırabiliyorlar partileri. Fakat mesele başkanlık seçimi olduğu ya da parlamento seçimi olduğu zaman, o sizin sırtınızı yasladığınız Anti-Erdoğan söylemi, Erdoğan yanlısı bir tepkiye de sebep olabilir. O yüzden burası çok sağlam bir zemin değil.

Ruşen Çakır: Peki, anketlerde demin sözünü ettiğin bu gösterileri, boykot konusunu vatandaşa sordunuz. Nasıl bir tabloyla karşılaştınız?
Özpek: Öncelikli olarak, insanların İmamoğlu'nun diplomasının iptalini %65 oranında yanlış bulduğunu görebiliyoruz. Bu çok baskın şekilde. Bir de cevap yok, fikrim yok diyenler var. Toplumun üçte ikisi bu kararı yanlış buluyor. Mesela, “İmamoğlu'nun tutuklanması mı ekonomiyi daha kötü etkiledi yoksa gösteriler, protestolar, boykotlar mı?” diye bir soru sorduk. Toplumda aklıselim galip gelmiş. Toplumun çoğunluğu, İmamoğlu'nun tutuklanmasının, ekonomiye, gösterilerden, protestolardan ve boykotlardan daha çok zarar verdiği yönünde bir kanaat belirtmiş. Hatta AK Parti ve MHP seçmeni de burada hatırı sayılır şekilde, tutuklanmanın ekonomiyi tahrip ettiği konusunda görüş bildirmişler. Yalnız şöyle bir şey var: İnsanlar bu protestoları bir anayasal hak olarak görüyorlar. O soruyu da sorduk, o da bizi şaşırttı. Toplumun önemli bir kısmı anayasal hak olarak görüyor. Ancak, “Protesto ve mitinglere katıldınız mı?” diye sorduk. Aktif katılanlar var, ara sıra katılanlar var, katılmayıp destekleyenler var. ‘’Bu tip eylemleri desteklemiyorum’’ diyenlerin oranı %50'nin biraz üzerinde.
Bu sonuçlar bizim izleyicilerimizin moralini çok bozar, benim de moralimi çok bozuyor. Mesela Gezi Parkı ile ilgili sorular sorduğumuz zaman da çok benzer rakamlara ulaşıyoruz. “Demokratik bir talep miydi yoksa dış güçlerin operasyonu muydu?” diye sorduğumuzda, toplumdan, %60'a yakın ‘’dış güçlerin operasyonu’’ diye bir cevap alıyorsunuz. Ama bana umut veren nokta şu: İnsanlar bu tip eylemleri desteklememelerine rağmen bu rakam %50'nin biraz üzerinde çıkıyor. Yani, bunun da bir anayasal hak olduğu konusunda bir görüş, bir sağduyu var orada. ‘’Kamu düzenini bozmuştur’’ diyenler, anayasal haklarını kullanmanın dışında, bu tip protestoları kamu düzenini bozucu eylemler olarak niteleyenler, üçte bir oranında. Bu iyi bir şey. İnsanlar bu tip eylemleri desteklemez, katılmaz, faydalı bulmaz, o ayrı bir şey, onun oranı daha yüksek, ama en azından anayasal hak çerçevesinde bakmaları iyi bir şey.
Boykot çağrısı da yine aynı şekilde. Toplumun çoğunluğu boykot çağrısını desteklemiyor. ‘’Boykota son verilmeli’’ diyenler de toplumun %50'sinden daha fazlası. ‘’Tamamen tüketim boykotu yapılmalı’’ diyenler de %15 civarı. ‘’Sadece belirli mallara boykot yapılmalı’’ diyenlerin sayısı daha yüksek. ‘’Topyekûn tüketim boykotu yapılmalı’’ diyenlerin sayısı %15 civarında. Bu iki rakamı topladığınız zaman %40 gibi bir rakam ediyor, ama ‘’boykota son verilmeli’’ diyenlerin sayısı %50'nin üzerinde.

Ruşen Çakır: Doğrudan sordunuz mu bilmiyorum ama, bütün bu rakamlardan hareketle şunu sormak istiyorum: Ekrem İmamoğlu şu anda tutuklu ve zaten diploması da yok, ama CHP’nin cumhurbaşkanı adayı. Özgür Özel en son, “Bizim A planımız da, Z planımız da Ekrem İmamoğlu” dedi. Varsayalım ki Ekrem İmamoğlu çıktı ve diplomasını da geri kazandı, ki bunlar o kadar zor şeyler değil. Çünkü diploma İdare Mahkemesi’nin bir kararına bakar. Ötekisi de bir mahkemenin dosya üzerinden tahliye kararına bakar. Çok olmayacak şeyler değil. Tabii ki Erdoğan'la İmamoğlu'ndan başka birtakım cumhurbaşkanı adayları da olacaktır. Fatih Erbakan ya da başka birileri, bilemiyorum artık. Böyle bir durumda ne görüyorsun? Seçim ikinci tura kalır mı ve kalırsa kim kazanabilir? Bugünün şartları ışığında elinizdeki verilere baktığınızda ne dersin? 
Özpek: Rapor abonelere gittiği için doğrudan rakamları söyleyemeyeceğim. Ama şöyle bir şey söyleyeyim: Çok adaylı bir durumda, seçim her hâlükârda ikinci tura kalıyor. Bağımsız adayların, DEM adayının, CHP'nin adayının hep beraber olduğu bir durumda, seçim ikinci tura kalıyor. İkinci tur senaryosunu sorduğumuz zaman da bu belediye başkanlarının Tayyip Bey'e karşı çok net galibiyet aldığını söylemek mümkün. Öncelikle onu söyleyeyim. Yani hem Mansur Bey'in hem Ekrem Bey'in, mevcut koşullar altında çok net galibiyet aldığını söylemek mümkün. Ancak orada benim biraz kafamı karıştıran bir şey var. Bu araştırmada, bizim şu ana kadar kararsız kümesinde tanımladığımız seçmenin, kriz durumunda, çok baskın şekilde Erdoğan'a gittiğini gördük. Dolayısıyla bu araştırmalarda ‘’kararsızım’’ diyen seçmenin oranı iki aday arasındaki oy farkından düşük olmalı ki çok net bir zaferden bahsedebilelim. Maalesef yine kararsızlar var ve o bizim için çok büyük bir belirsizlik yaratıyor. Sadece şunu söyleyebiliriz: Mansur Bey’in beğeni oranı da zaten çok yüksek ve Erdoğan'a karşı Ekrem Bey'den biraz daha fazla fark atıyor. Ama Ekrem Bey'in de Erdoğan'a karşı hata payı sınırlarının ötesinde bir durumu var. Yine de bir kararsız kümesinin olduğunu da söylemekte fayda var. Rakam vermeden iyi anlattım bence.

Ruşen Çakır: Evet. Peki, nasıl toparlayalım? Sonuçta 19 Mart, Türkiye'de birçok şeyi altüst etti. Rakamlar değişti, kararsızlar azaldı. Nasıl toparlaman mümkün?
Özpek: Ben raporda da yazdım, bununla ilgili tweet de atıyorum, konuşuyorum da. Ben gerçekten bu parti sisteminin yeniden egemen olduğu bir dönem bekliyorum. İhtimallerden bir tanesi bu. Şunun için söylüyorum: En başta dediğim gibi, eğer İmamoğlu'nun tutuklanması başkanlık seçimine yönelik siyasi bir hamle değilse, burada sistemin yapısına yönelik bir hamle olmalı. Burada da iki ihtimal var: Ya hegemonik otoriterliğe geçiyoruz, bize artık sandık falan göstermeyecekler. Bu bir ihtimal. İkinci ihtimal ise, parlamentonun yeniden ağırlık kazandığı ve Erdoğan'ın, kendi ortaklarıyla da uyumunu muhafaza etmek için yeni bir sisteme razı olduğu, bir ihtimal gözüküyor. Hükümetin niçin geri adım attığı, İstanbul Belediyesi'ne niçin kayyum atamadığı ya da CHP'de niçin kongre iptaline gitmediği, Ankara Belediyesi'ne niçin operasyon yapmadığı gibi soruların cevabı, bence protestolar değil, boykot da değil. Orada hükümeti sınırlandıran iki temel faktör var. Bir tanesi finansal piyasaların verdiği tepki. İkincisi de hükümetin kendi ortaklarını tedirgin etmesi. Eğer ortada sandık yoksa AKP'nin işbirliği yaptığı partilerin de bir anlamı yok, MHP'nin de bir anlamı yok, DEM’le girilen sürecin de bir anlamı yok. Ve hepsinden önemlisi, Tayyip Erdoğan'ı o iktidar koalisyonunda hiyerarşik olarak üste konumlandıran şey, oy alabilme yeteneği. İçinde siyasi partilerin olduğu, tarikatların, cemaatlerin, birçok yapının olduğu çok karmaşık bir Cumhur İttifakı yapısından bahsediyoruz. Erdoğan'ın bu yapıyı uyum içerisinde sürdürebilmesinin sebebi, hakikaten oy alabilme yeteneğiydi.
Şimdi eğer rakipler böyle teker teker ekarte edilerek gidilecekse ve ortada sandık kalmayacaksa, Cumhur İttifakı'nın bu insicamının da bozulacağını, bunun da hükümeti durduran en önemli faktörlerden bir tanesi olduğunu düşünüyorum. O yüzden, finansal piyasaların tepkisi, Cumhur İttifakı içerisindeki gelişmeler, bizi bu katı hegemonik otoriterliğe gitmekten koruyan bambaşka bir yola da sevk edebilir. Daha önce de konuşmuştuk sizinle. Yarı başkanlık sistemi gibi bazı formüller ortaya çıkabilir. Geçenlerde bir arkadaşımın uyarısıyla, 2021 senesinin Nisan ayında Devlet Bahçeli'nin yaptığı bir açıklamayı buldum. Sizinle Adını Koyalım’da bununla ilgili bir program da yapmış olmalıyız. Sonra hatırladım bu hadiseleri. 2021 Nisan ayında, Devlet Bey 100 maddelik bir anayasa önerisiyle geliyor. Hatırlayabildiniz mi bilmiyorum?

Ruşen Çakır: Evet, hayâl meyal.
Özpek: Bununla ilgili bir program da yapmıştık, ama Sedat Peker ifşalarına denk gelince, bu gündem tamamıyla unutuldu. Ben daha sonra bu konuyu araştırdım. 2023 senesinin 13 Haziran günü Devlet Bey bu anayasa teklifini yeniden gündeme getiriyor; başkanlık seçimlerinden yaklaşık 15 gün sonra, “Biz anayasamızı hazırladık, yeniden müzakere etmeye hazırız” diyor. Bu anayasa metnine baktığınız zaman çok enteresan şeyler var. Mesela, “Sadece devlet başkanını seçmek yetmez. İki tane de yardımcısı olacak, bunları da seçeceğiz” diyor ve daha ilginç bir şey söylüyor: “Kabine ve hükümet programı parlamento denetiminden, parlamento onayından geçecek.” Bu biraz yarı başkanlık sistemini andırıyor sanki.

Ruşen Çakır: Evet, bir şeyler olacak. Dur bakalım süreç daha devam ediyor. Çok teşekkürler Burak. Bu ayki yayınımızı burada noktalıyoruz. Prof. Burak Bilgehan Özpek'le, MetroPOLL Araştırmanın Mart ayı ‘‘In Depth-Derinlikli Analiz Raporu’’ üzerine konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
27.04.2025 Türkiye Venezuela olur mu?
23.04.2025 Transatlantik: İran'la nükleer müzakere | Harvard Trump'a direniyor
20.04.2025 Ben mi iyimserim yoksa siz mi kötümsersiniz?
19.04.2025 Birinci ayında 19 Mart: Bundan sonra neler olabilir?
18.04.2025 CHP mucizesi
18.04.2025 19 Mart partileri ve liderleri nasıl etkiledi? | Burak Bilgehan Özpek anlattı
17.04.2025 Nezih Onur Kuru yanıtladı: 19 Mart seçmende neyi değiştirdi?
16.04.2025 Özgür Özel Medyascope’ta: “CHP’yi yeniden sokakla tanıştırıyoruz, gerekirse 5 milyon da olacağız 10 milyon da”
13.04.2025 19 Mart Erdoğan’ın en büyük siyasi hatası olabilir: İşte hiç beklemediği on sonuç
13.04.2025 Türkiye enflasyonla mücadelede ne durumda? Murat Sağman anlattı
27.04.2025 Türkiye Venezuela olur mu?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı